1970’li yıllardan itibaren çevre korumaya ve sağlıklı bir çevrede yaşamaya dair hükümler anayasalarda yer almaya başlamıştır. Son yıllarda ise doğanın, hak öznesi olup olamayacağı tartışmaları ekolojik anayasa kavramını ortaya çıkarmıştır. Peki yüzyıllardan beri, birey, toplum ve devlet ilişkilerini konu edinen anayasalar, insanın doğayla çatışmasını konu edinebilecek midir?
Anayasalarda Çevre Hükümleri
Anayasa; bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa olarak tanımlanmaktadır. Dünyadaki ekolojik tahribat ve küresel iklim değişikliği göz önüne alındığında ilk adımlar, 1970’li yıllarda anayasalarda çevre hükümlerine yer verilerek atılmıştır. 2000’li yıllara baktığımızda ise anayasaların %68’inde çevre hükümlerinin yer aldığını görmekteyiz. Türkiye’de ise çevre korumacılığı, anayasanın 56.maddesinde “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlığı altında bir ödev olarak düzenlenmiş olup anayasamızda çevre hakkına özgü bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak öğretide, çevre hakkının hukuki açıdan gösterdiği gelişim, ekolojik anayasa girişimleri ve çevre sorunlarının günümüzde ulaştığı boyut göz önünde bulundurulduğunda, çevre hakkının kendine özgü bir maddede düzenlenmesi gerektiği görüşü hakimdir.
Ekolojik Anayasa Nedir?
Anayasaların birey, toplum ve devlet olmak üzere üç öznesi olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Günümüzde özellikle Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkan ekolojik anayasalar ise bunların yanında doğayı da dördüncü bir özne olarak kabul etmektedir. Bir başka deyişle ekolojik anayasalar, ekolojik haklar konusunda doğayı hak sahibi olarak nitelendirmektedir. Ekolojik anayasanın ilk örnekleri ise 2008’de kabul edilen Ekvador ve 2009’da kabul edilen Bolivya anayasalarıdır.
Doğanın Hakları Olabilir mi?
Ekolojik anayasanın temelini, doğanın hak öznesi olarak kabul edilmesi oluşturmaktadır. Yasal haklara sahip olmanın ise üç şartı vardır:
- Bir varlığın kendi adına dava açma imkanının olması,
- Bir davada mahkemenin bu varlığa yönelik bir zarar olabileceği fikri,
- Tazminat durumunda bu varlığın bizzat yararlanabilmesidir.
Christopher D. Stone, doğal varlıkların, yasal haklara sahip olmanın şartlarını yerine getirmediği için hak öznesi olarak kabul edilmediklerini, fakat bu sistemin değişmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu önermesini “şirketler, devletler veya üniversiteler de kendi adlarına hukuki girişimlerde bulunamazlar ama avukatlar onlar adına savunma yapabilmektedirler.” örneğiyle desteklemiştir.
Ancak karşıt görüşe göre, doğanın bir hak öznesi olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü doğa kendisini savunamaz ve hak talep edemez.
Dünyadaki ekolojik tahribatın ve küresel iklim değişikliğinin sonuçları göz önüne alındığında, doğanın haklarının tanınması ve korunması, bazı kesimler tarafından kabul görürken karşıt görüşler genelde bu hakların anayasada nasıl yer alacağı ve kimler tarafından kullanılacağı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu nedenle Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkede ekolojik anayasa tartışmaları varlığını sürdürmektedir.
Çitil Avukatlık Ortaklığı Blog sayfasında yer alan hukuk ve diğer konulardaki yazılar ilk sizin e-postanıza gelsin isterseniz Çitil Haber Bülteni’ne abone olun!
Burçin Sena DURMAZ
Kaynakça:
Baykan, Barış Gençer, İnsanın Çevre Hakkından Doğa’nın Haklarına: Ekolojik Anayasa, Betam Araştırma Notu 12/132.
Stone, Christopher D., “Should Trees Have Standing? – Towards Legal Rights for Natural Objects,” 45 Southern California Law Review 450.
Özalp, Nihan Yancı, Bolivya Anayasasında Ülkesel Haklar, YUHFD Cilt:14, Sayı:1, 2017.
Semiz, Yasemin, Anayasa Mahkemesinin Çevre Hakkı Perspektifi, Hacettepe HFD, 4(2) 2014, 9–46.